Futbol, Ateş ve Buz: İzlanda’nın Olağanüstü Yükselişinin Bilinmeyenleri

Euro 2016 elemelerini geçmeyi başaran İzlanda, bir büyük turnuvaya katılma hakkı elde eden en küçük ülke oldu. The Guardian’ın Reykjavik muhabiri Barney Ronay, onların bu şaşırtıcı yolculuklarının hikâyesini anlatıyor.

2009 yılında bir grup İzlandalı futbol antrenörü, UEFA antrenörlük lisanslarını için çalışmaya İngiltere’ye gitti. Bu sırada Reading kentinde de durdular ve İzlanda’nın 18 yaşındaki yaratıcı orta saha oyuncusu Gylfi Sigurdsson’un gelişimini de kendi gözleriyle görme fırsatı buldular.

Reykjavik’in hemen dışında, Kuzey’in eğlenceli La Masia’sı olarak nitelendirilen Breidablik’teki başarılı altyapı sisteminden çıktıktan sonra Reading’e gelen Sigurdsson üç yıldır buradaydı. İngiltere’de potansiyelini yakalamak için büyük bir şans bulan Sigurdsson, ilerleyen yıllarda İzlanda’nın muazzam çıkışının başrollerinden birine sahip olacaktı. Atlantik’in ortasındaki bu ada ülkesinin altyapıya yaptığı çılgınca yatırım, küçük bir mucize olan Euro 2016 elemelerini geçme başarısıyla ilk meyvesini verdi. Bu zaferde en büyük pay da golleri ve yeteneğiyle Gylfi’nin.

english-premier-football-gylfi-sigurdsson_3191410

 

 

 

 

O günlerdeki ziyaretleri, genç İzlandalılar için hayli heyecan verici olmuştu. Ama biraz da kafaları karışmıştı.

Günümüzde Breidablik’teki altyapının antrenörlük direktörü olan Dadi Rafnsson şöyle diyor: “Oraya gittiğimizde Reading teknik direktörü Steve Coppell onu bir stopere dönüştürmeye çalışıyordu. Antrenmanı izledik ve aslında bayağı eğlendik. Coppell, Gylfi’nin orta sahada oynayamayacak kadar ağır olduğunu düşünüyordu. ‘Endişelenmeyin, pozisyonunu bulacağız,’ dedi. Defansta oynattı.”

Modern İzlanda’ futbolunun şansına, bunun üzerinden çok geçmeden Reading’in başına Brendan Rodgers geldi ve tek bir bakışla Sigurdsson’u sahanın 35 metre ilerisine taşıdı. Gylfi daha sonra kulüp rekoru kıran bir ücret karşılığı Hoffenheim’a transfer olacak ve beş gol atarak ülkesinin Euro 2016 elemelerini geçmesinde başrol oynayacaktı.

Dört yıl önce FIFA sıralamasında 133. basamakta olan İzlanda, Lars Lagerback’ın yönetimi altında yüz basamak birden yükseldi. Harcamayı bildiğinden daha fazla paraya sahip olan ülkenin batmasından önceki yıllarda yeşil sahaların köklerine yapılan yatırımla mümkün olabilen bu gelişim, 2016 yılında Fransa’ya büyük bir turnuvaya katılmayı başaran en küçük ülke unvanını İzlanda’ya getirerek ilk meyvesini verdi.

Bu beklenmedik kolektif başarının yine de tuhaf bir tarafı var. Futbol burada kalıcı bir yer etmiş, turbaların derinlerine kazınmış durumda. Herkes oynuyor, herkes izliyor. İzlanda’nın kapalı futbol sahalarının görünüşü muhteşem. Ancak sürekli yer değiştiren plakalar ve ani volkan hareketlerinin daima risk oluşturduğu bu yerde, kimse gelişimin uzun sürmeyeceği endişesini taşımıyor.

Egilshöll

 

 

 

 

Küçük bir iş de üstlenmiş olsalar bunu sonuna kadar götürmek İzlandalıların karakterinde var. Bazıları bunun balıkçılık geleneğinden geldiğini söylüyor: yeterince av toplayana kadar her türlü zorluğa göğüs germek. “Bir İzlandalının kaderinde bir şey yapmak varsa bunu sonuna kadar götürür,” diyor Rafnsson. “Bazıları bunun hastalık olduğunu düşünür. Bazen nerede durmanız gerektiğini bile bilemezsiniz.”

Son on beş yılda İzlanda’nın futbolla olan ilişkisi de böyle oldu. En yukarıdan en aşağıya inen bir takıntı halinde yaşanan gelişim, hükümetten federasyona, oradan da okullara ve bireylere inerek gerçekleşti.

Şaşaalı ve abartılı birçok yapısal dönüşüm planının aksine, bu ülkenin ki işe yaramış. Ama nasıl ve bunu daha ne kadar sürdürebilirler?

Lars Lagerback’a Tapıyorlar

İzlanda’nın ulusal stadyumunun adı Laugardalsvöllur. Reykjavik kıyısının batı uçlarına doğru konuşlandırılmış stadı ziyaret ettiğinizde şaşırıyorsunuz: Açık duran ön kapıdan içeri girebiliyor, etrafa bakınıp “Kimse var mı?” diye seslenebiliyorsunuz, sonra da birkaç basamak inip kendinizi çimlerin üstünde buluyorsunuz.

Kış rüzgârları ve karlarla büyük zarar gören zemin, yaz aylarında bile hâlâ bir nebze çamurlu. Atletizm pistinin bitiminde başıboş bir traktör duruyor. Son zamanlarda bir yenilenmeden geçmesine rağmen, hâlâ 1950’lerin Sovyet statlarını andıran bir havası var.

Üst katta, İzlanda Futbol Federasyonu ofislerinin bulunduğu koridorda, İzlanda Dünya Kupası kadrosunun çıkartma koleksiyonu çerçeveletilip duvara asılmış. Sakallı, dostane bir federasyon yöneticisi, bize stadın altındaki soyunma odalarını gezdirmeyi teklif ediyor.

4660

 

 

 

 

Dediklerine göre Cristiano Ronaldo, Portekiz Ulusal Takımı’yla birlikte buraya geldiğinde kendine ait bir oda tahsis etmek istemiş. Bunun soyunma odalarının kapasitesini yarıya indireceği ve oyuncunun takım arkadaşlarının üstlerini koridorda değiştirmesine neden olacağı düşünülerek teklif nazikçe reddedilmiş. İzlanda, VIP odalarına önem veren bir ülke değil. Bu toplum çok inatçı bir eşitçiliğe sahip. Unvanlar ve saygı ifadelerine o kadar önem verilmiyor. Herkes birbirine ilk ismiyle hitap ediyor.

Bu konuya fazla takılmayan Ronaldo, maçın üçüncü dakikasında çok uzaklardan attığı frikik golüyle açılışı yapmış ve maçı da Portekiz farklı kazanmıştı. Bu, günümüzden altı yıl önce, Lagerback’ın göreve gelerek İzlanda’nın eleme mucizesini gerçekleştirmesine uzanacak sürecin başlamasından da on iki ay önce yaşanmıştı.

İzlanda’nın İsveçli teknik direktörünün mucizelerden bahsetmekten de fazla hoşlandığı söylenemez. Böyle durumlarda konuyu değiştirmeyi tercih ediyor ve muhtemelen de en iyisini yapıyor. Elemelerden çıkmalarını takiben, gazetelerden biri onu “volkanik adanın kurtarıcılarından biri” olarak ilan etmiş. İzlanda’da Lagerback’a tapıyorlar. Ama volkanik kurtarıcılık gibi bir şeyin tecrübeli teknik adamın amaçları arasında yer aldığı söylenemez.

 

“Öncelikle elimdeki oyuncu grubu çok iyi,” diyor. “Geçen yıl yeni çıkan oyuncuları görmeye başladınız – üst takıma çıkan gençler bundan kesinlikle büyük fayda gördü. Kalite her geçen gün yükseliyor. Son beş senede genç takımlar da çok gelişti.”

Sihir ve parıltı gibi kavramlar konusunda, Lagerback yalnızca Gylfi Sigurdsson mevzubahis olduğunda taviz veriyor: “İşte o kesinlikle en üst seviyede bir oyuncu, evet,” diyor, heves ve gurur dolu bir amca havasıyla. “Tam anlamıyla iki yönlü bir orta saha oyuncusu. Bu özelliği onu özgün kılıyor. Bana kalırsa her takımda rahatlıkla oynayabilecek kalitede.”

Altmış yedi yaşındaki Lagerback’ın sözleşmesi Avrupa Şampiyonası’ndan sonra sona bitiyor. İzlanda’nın teklifini kabul etmeden önce İsveç’i beş büyük turnuvaya taşıma başarısı gösteren teknik adam, görevini asistanı Heimir Hallgrimsson’a bırakacak. Eski bir futbolcu olan Heimir Hallgrimsson, ülkenin kendine has yapısının güzel bir örneği olarak memleketinde dişçilik yapmaya devam ediyor.

lars-lagerback-hired_ksi

 

 

 

 

 

 

Küçük Bir Ülke Olmanın Avantajları

İzlanda üç yıl önce Hırvatistan’a 2-0 yenilmeseydi, Brezilya 2014’e de katılabilecekti. Lagerback’ın kendine güveninin kaynağı, ülkenin yetenek havuzunun, kapalı futbol salonlarının ilk meyvelerini vermesiyle elde edilen yetenek bolluğu. Lagerback yapay çimlerde başlayan, akademik fakat esnekliğe izin veren antrenörlükle çalışan altyapı sistemini övüyor.

“Buradaki başarının en önemli yapı taşlarından biri de oyuncularla beş-altı yaşlarında ilgilenmeye başlayan, çok iyi eğitimli koçlardır,” diyor Lagerback. “Kulüplerdeki yetenekli oyuncuların gelişimi için ne kadar çaba sarf ettiklerini görebiliyorsunuz. Tüm yaş gruplarındaki oyuncuların çok iyi eğitim aldığını söyleyebilirim.”

Şu anki ulusal takım bir tür karışım, ama omurgası İzlanda’da oynayan futbolculardan oluşuyor. Takımın kalecilerinden Hannes Thor Halldorsson, şimdiye kadar dokuz kulüpte oynadı ve aynı zamanda bir film yönetmeni. İzlanda’nın dört yıl önce Eurovision Şarkı Yarışması’na gönderdiği şarkının videosunu da o çekmiş. Otuz yedi yaşındaki Eidur Gudjohnsen gibi Avrupa’nın çok büyük takımlarda oynamış bir tecrübeyi de barındıran ulusal takımın yeni jenerasyonu daha düzenli, daha üzerine titrenmiş bir oyuncu grubundan oluşuyor. Yetenekli gençlerin çoğu, birazcık sivrildiklerinde yabancı kulüplere yelken açıyorlar. Örneğin Kolbeinn Sigthorsson henüz on altı yaşındayken Vikingur takımında ilk resmi maçına çıkmış, daha sonra Arsenal ve Real Madrid tarafından denenmiş, sonra da AZ Alkmaar’da parlamış bir oyuncu. Öte yandan, başka bir forvet oyuncusu olan Jon Dadi Bodvarsson ise 6500 kişilik bir kasaba olan Selfoss’tan geliyor. 2008 yılında çok büyük bir deprem yaşayan Selfoss’ta yaşam kaybı koyunlarla sınırlı kalmış. Teknoloji harikası, tam boyda bir futbol salonuna sahip olan bu küçük şehir, artık bir de İzlanda futbolunun sonradan çiçek açan yıldızlarından Bodvarsson’a da sahip.

iceland-442141

 

 

 

 

Bu cazibeli özgeçmişe rağmen, ülke futbolu hakkındaki sorular hâlâ geçerliliğini koruyor. İzlanda hazır, müthiş bir sistemleri var, evet – ama gerçekten de o kadar iyiler mi? Bu öyküdeki çoğu kısım, İzlanda’nın elemeleri geçerken çok şanslı olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Katılacak takım sayısının artışı; beklenenin çok uzağında oynayan ekipler; topun arkasına geçip kontra ataklarla ve duran toplarla gol arayan bir İzlanda…

Hollanda’yı evlerinde yenerken bile topla oynama oranları %26’yla sınırlı kalmıştı. Geriye dönüp bakılınca, o maç hâlâ bir daha tekrarlanmayacak bir lüks gibi görünüyor. Soyunma odalarında çekilmiş görüntülerde İzlandalı oyuncuların sanki bir ulusal kupada en üst ligden bir takımı elemiş amatör futbolcular gibi hoplayıp zıpladığını görebiliyorsunuz.

Lagerback mesele ülkenin büyüklüğüne gelince biraz yumuşuyor: “Bu hikâyenin bir parçası olmak gerçekten de bir ayrıcalıktı. İzlanda çok küçük bir ülke, kimse bizim burada olmamızı beklemiyordu. Biraz özel bir durum.”

Uzman Antrenörlüğün Yayılması

İyi, güzel ama bunu buraya kadar bile nasıl getirebildiler? Bu kez kolay sayılabilecek bir cevap var. Bu, tepeden başlayıp en alta kadar inen bir peri masalı. Masalın üç ayrı bölümü var ve bunların birincisi de antrenörlük.

Meşhur olan sözlerinde, Arrigo Sacchi elit antrenörlüğün hayatın her kesiminden insana açık bir iş olması gerektiğini söylemişti – asansör tamircisinden borsacılara kadar. Önceki yüzyılın sonunda, İzlanda futbol federasyonu bunu icraata döktü. UEFA’ya üye her ülkeye bolca dağıtılan yayın hakları ödemeleriyle, İzlanda ülke çapında son derece popüler olan ve herkese açık bir proje yarattı. Nüfusu 335000 olan bu ülkenin şu anda 600 eğitimli antrenörü var ve bunlardan 400’ü UEFA B Lisans’a sahip – yani 825 insana bir antrenör düşüyor. “Burada 10 yaşın üstündeki oyuncuları çalıştırabilmek için B Lisans’a, 8 yaşın altındakiler içinse B Lisans’ın yarısına ihtiyacınız var,” diyor federasyon yetkilisi Dagur Sveinn Dagbjartsson.

_86694062_iceland_fa

 

 

 

UEFA B Lisansı, İngiltere’de profesyonel bir takım çalıştırabilmek için gereken yetkinlikten bir adım öncesi. Saha kenarında oyuncuların babalarıyla tartışmaya benzemiyor yani.

Dagur, İzlanda Futbol Federasyonu’nun antrenör eğitim programın koordinatörü. Ortaya konan sisteme, buradaki çoğu insan gibi, özgün bir hayranlık duyuyor: “Dört yaşındaki çocuklar bile çok iyi bir eğitim alıyor. İzlanda’da her antrenöre ücret ödeniyor, amatör antrenör yok. Futbol oynayan her çocuk yıllık bir ücret ödüyor ve karşılığında profesyonel bir kulüpte yer alabiliyor, antrenman yapabiliyor. Benim çocuğum da üç yaşında futbol oynamaya başladı. Koçlarından biri UEFA A Lisans’a, öteki de B Lisans’a sahipti.”

Masalın ikinci bölümüyse tesisler. İzlanda’nınkiler harika. Futbol zengin bir spor; buradan gelen parayı nereye harcamak istersiniz ki zaten? Yayın haklarından gelen parayla cepleri dolan İzlandalılar, bu bollukla –burası çok önemli- gerçekten de işe yarayacak bir şey yapmaya karar vermişler.

99337577_icelaNDTEL-large_trans++rXQPXGvM58CJoUBPwmOnP4AUi_eAXJmjTzXoJ-uDM54

 

 

 

 

Kulüpler ve yerel otoriteler işbirliğine gidip ülkenin dört bir yanına devasa futbol salonları kurmuşlar. Isıtmalı, herkese açık, eğitimli antrenörlerle dolu bu salonlar, bu başarının altındaki en önemli faktör denebilir.

Son bölüm de İzlanda’nın okul futbolu konusunda yaptığı büyük iş. Federasyon okulların etrafındaki arazileri satın alıp buralara sahalar kurmuş: dışı ahşap, yapay çim sahalar. Bunların yapımında kullanılan finansman, aksi takdirde bilindik bir çıkmaza sürüklenecekti: gereksiz derecede gösterişli stadyumlar, yönetici maaşları, pahalı arabalar…

Breidablik Akademisi’ni incelemeye giderken, The Guardian’ın İzlandalı fotoğrafçısı bizi Reykjavik’in küçük okullarından birinde durduruyor ve işte orada hemen görüyoruz: korunaklı, yapay çimli, içi çocuklarla dolu bir dikdörtgen. Bireylerin savurganlıkları, açgözlülükleri ve piyasasında dönen büyük paraların anlamsızca kullanılmasıyla futbolun kötü bir üne sahip olduğunu inkâr edemeyiz. Ama burada görüyoruz ki belki de bu konuda bir seçim şansı mevcut olabilir.

Cennete Hoş Geldiniz

İzlanda tam boyda futbol salonlarına sahip olan ilk yer değil. Aslında bu İskandinavlarda çok görülen bir şey. Ama kimse bunu İzlanda gibi yapamadı. Buradaki salonlar, bu hikâyede minicik de olsa bir rol almak isteyen herkese kapılarını açmış durumda.

Sonunda bu hayranlık uyandırıcı konuyu inceleyip ülke futbolunun kutsal topraklarına ayak basma şansını buluyoruz ve Breidablik Akademisi’ni ziyaret ediyoruz. Burası dışarıdan devasa bir kırsal kulübe gibi görünüyor. Hava kilidinin içinden geçip basamakları indiğimizde karşımıza çıkansa hafifçe ışıklandırılmış, kemerli, harika bir salon.

Gerçekten çok güzel bir manzara. Kalın tüylü naylon çimlerden oluşan bir halı, bir uçtan ötekine uzanan kocaman bir kavisli çatı. Buraya girer girmez sahanın ortasına atlayıp topun peşinde koşturasınız geliyor. Gören her çocuğun göz bebeklerini hayranlıkla büyütecek kadar yeşil çimler… Ah, İzlanda. Neler yapmışsın sen burada böyle?

5760

 

 

 

 

“Geçen yıl buraya gelen bir İngiliz antrenör vardı. Sanırım dediği şey çok isabetliydi,” diyor Dadi Rafnsson, koridordaki manzaralı odasında. “Buraya girdi ve şu cümleyi kurdu: ‘Burası tam bir futbol cenneti.’

“Başarımızın arkasında bana göre şu gerçek var: Dünyanın hiçbir yerinde çocuklar bizdekiler kadar fazla idman yapma, bu kadar kaliteli antrenörlerle ve böyle iyi koşullarda çalışma şansı bulamıyor. Okuldan sonra buraya gelip futbol oynuyorlar, eğleniyorlar. Sonra okullarından üst sınıflar geliyor, sonra da as takımlar onları izliyor. Yani futbolseverler birbirleriyle ve kulüple sürekli etkileşim halinde oluyorlar. Antrenörler de oyuncularla önce arkadaş olmaya, sonra da onlara öğretmenlik yapmaya çalışıyorlar, bu kadar. Burada elbette belirli bir disiplin mevcut, ama herkesin birbirine benzeyip karakterlerinden yoksun kalmasını da istemiyoruz.”

Ve sonunda geliyorlar: İzlanda’nın seçilmiş jenerasyonu, Breidablik’in 6-11 yaş arası yetenekli futbolcu grubu. Kalelerin arasına, sahanın çeşitli kısımlarına dağılan oyuncular karışık gruplar halinde çeşitli alıştırmalar yapıyorlar ve her çocuk kendine özgü yeteneklerini gösterme şansı yakalıyor.

Breidablik, İzlanda’nın yeni güçlerinden biri. 14 yaş altı kategorisi hariç, erkek takımları geçen yıl katıldıkları tüm şampiyonaları kazandı. 2010’da yalnızca 23 yaş ortalamasıyla şampiyon oldular ve bu başarılarını ertesi yıl da tekrarladılar. Bu başarılarında ülkenin yaşadığı ekonomik krizin de payı var. Finansal kaynaklar kuruduğunda, denizaşırı ülkelerden gelen profesyonel futbolcuların çoğu geri dönmüş ve meydan kulüplerin genç oyuncularına kalmış. İzlanda’ya hoş geldiniz: Burada iflas bile lehinizde işleyebilir.

5259

 

 

 

 

İzlanda’nın 2016 serüveninde de Breidablik’in özel bir yeri var: Lagerback’ın takımında bu salondan geçmiş tek oyuncu Gylfi değil. “Johann Berg Gudmundsson ve Alfred Finnbogason da onunla birlikte bu salondan çıktı,” diyor Dadi. “Onların yaş grubu ulusal şampiyonada iyi performans sergilemişti. Bir yıl kazanamamışlardı, o çok komikti.”

Peki şimdi İzlanda’nın üstünde üretime devam etme konusunda bir baskı var mı? Peki bunu sürdürmenin de ötesinde, bir de geliştirmek? “Oyuncuların zevk almasına, yapılan sporun neşe vermesine çalışıyoruz. İşlerin yolunda gitmesinin bir nedeni olduğunun farkındayız: Temellerimiz sağlam. Sonucun yapılan güzel işler sayesinde geldiğini hissedebiliyorsunuz.”

Zevk almak! Neşe duymak! Futbol cennetine hoş geldiniz.

Breidablik’in Güzelliği

İzlanda’nın tarihsel olarak en güçlü kulübü Knattspyrnufelag Reykjavikur, yani kısa adıyla KR, ev sahibi olduğu Alvogenvollurinn Stadyumu’nda Vikingur’la karşı karşıya geliyor. Kışın son aylarında olduğumuzdan saha açık yeşil tonlarında, ekoseli gibi görünüyor. Havada insafsız bir soğuk var, ama stat yine de insanın içini şenlendiriyor. Her yer çocuklar ve babalarıyla dolu, stat hoparlörlerinden İtalya’nın Eurovision şarkılarından hareketli bir tanesi yayınlanıyor.

1000

 

 

 

 

KR’ın kadrosunda bugün yirminin üstünde ülkede yetişmiş futbolcu bulunuyor. Hiçbiri şu an ulusal takımda oynayan futbolcular değil, çünkü hepsi yurt dışına gidiyor. Takımın uzun boylu santraforu Holmbert Aron Fridjohnson bir süre Celtic’te oynamış. Şu an sakatlığını atlatmaya çalışıyor. Rakipleri Vikingur ise 1908 yılında, bir top alabilmek için para biriktirmek amacıyla, 12, 11 ve 9 yaşında üç çocuk tarafından kurulmuş. Takımda eski Middlesbrough oyuncusu Gary Martin de var. Maç şamatayla, alkışlarla başlıyor; rüzgârlı ve diş titreten bir soğuk altındaki sahada oyun, topun tuhaf tuhaf sekişleri ve ara sıra rakibi tehdit eden duran toplarla devam ediyor. Bu arada, kulüp bürolarının etrafında bir anda tanıdık bir sima beliriyor.

Bu sima Bjorgolfur Gudmundsson’a ait: Landsbanki’nin eski başkanı, Stoke City ve West Ham United takımlarının eski sahibi.

Finansal sistem çöktüğünde, İzlanda’nın en büyük ikinci şirketi olan Landsbanki’nin borçlarını ödeyemez hale gelişi durumu çok güzel özetlemişti. Muazzam bir restorasyona giren ülkede hükümet görevden indirilmiş, bazı bankacılar tutuklanmıştı. Gudmundsson tutuklananlardan değildi – o artık “hayalet” tabir edilenlerden: hakkında kötü konuşulmuyor, ondan nefret edilmiyor, ama yine de üzerinde bir leke taşıyor.

Bjorgolfur-Gudmund_1207826c

 

 

 

 

Bunlara rağmen, konu futbola gelince İzlanda’nın finansal korsanları tabir edebileceğimiz kişiler bir yerde bu gelişimin mimarları da oldular. Müsrifliklerini yoksulluk ve büyük bir öfke takip etmiş olabilir, ama futbol da arkalarında bıraktıkları izden nasibini aldı – hem de pek beklenmedik bir şekilde. Üst düzey altyapı tesisleri, Breidablik’teki yapay çimler… Sonuçta birçok şey parayla ilgili.

İzlandalılar insana gereken şeylere sahip olunması hakkında konuşmayı severler, ama gerekmeyen şeylere de sahip olunmaması hakkında konuşmayı da severler. Burada insanlar detaylara çok önem veriyor. Buna genel bir davranış biçimi de diyebiliriz. İzlandalıların bu berrak, temiz yaklaşımının İngiltere’deki en net uygulaması, on beş yıl geriye gidip Wembley Stadyumu’nun yenilenmesini iptal etmek olurdu. Oraya harcanan 757 milyon Sterlinle arazi alınıp tesisler kurulabilir, spora katılım oranının artırılması üzerine çalışılabilirdi. Her kasaba ve şehre düzgün, çalışma şartları uygun, her mevsimde iş görebilecek bir halka açık saha… Bilindik sorunlara getirilen tüm diğer çözümlerin ne kadar yersiz olduğu herkesin gözleri önüne serilirdi.

Buna benzer projeler daha önce Britanya’da da uygulandı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ülkenin her yerinde, birçok yeni spor tesisi açılmıştı. Bu şimdi tekrarlanamaz. Üniter yapılı küçük bir adanın hırslarıyla oluşan politikalar, kişi ve kurumların farklı çıkarlarıyla, hayatın her yönünde gitgide güçlenen pazar ideolojisiyle karmaşıklaşan ülkelerde uygulanabilir gibi görünmüyor. Buralarda daha çok, hak edildiği üzere, doyumsuzluğun peşinde sürüklenen futbol sistemleri sürüp gidiyor.

article-2264351-1319C068000005DC-858_634x423

 

 

 

 

Alvogenvollurinn’de ikinci devre temposuz bir futbol getiriyor ve maç golsüz beraberlikle sonuçlanıyor. Normal saç modellerinin Kuzey varyasyonları ve renkli kramponlar dışında, oyuncular her yerdeki futbolculara benziyor. Bu çocukların çoğu futbol salonlarından çıkma, hayallerinin peşinde koşma şansını yitirmeyenler. Bu olağanüstü projenin meyveleri olarak o dondurucu, ıslak kumlama yapılmış sahaya atılmışlar ve yerel liglerini sürdürüyor, ithalat endüstrisine fon sağlıyorlar.

Bu elbette henüz sonu gelmemiş bir hikâye. Bu futbol fabrikasının Euro 2016’dan sonra da fonksiyonunu sürdürmemesi için tabii ki hiçbir neden yok. Kırılganlık veya bilindik devrimcilik dışında, burada insanı çok etkileyen şeylerden biri de İzlanda’nın futbol salonlarıyla, kahramanlıklarla ve küçük adalara has titizliklerle başardığı mucizenin barındırdığı umut hissi.

Author
Published
8 sene önce
Categories
FutbolGenel
Comments
No Comments

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.