Kızılyıldız
1987 yazında, Yugoslavya U-20 Avrupa Şampiyon’u olduğunda, Avrupa futbolunda yeni bir güneşin yükseldiğinden hemen herkes emin gibiydi. O takımı çok besleyen yapıda olmasa da Yugoslavya’dan bir güneş daha parlıyordu. Hem de kıpkızıl bir güneş Kızılyıldız. 90-91 sezonunda Şampiyon Kulüpler’de finale çıkan Kızılyıldız takımı oyuncuları bir anda zengin kulüplerin ilgisini yakalamayı başarıyordu. Marsilya’yı finalde penaltılarla mağlup eden Kızılyıldız, sahneden yavaş yavaş ama acılı bir şekilde çekilmeye hazırlanan Yugoslavya’ya kulüp takımları bazında tarihin en büyük zaferini yaşatıyordu. Kızılyıldız’ın bu başarısı 90’ların ilginç takımlar çıkaracağının ilk işaretiydi.

Kamerun Milli Takımı
Aslında 90’ların kült bir dönem olacağının ilk sinyalini bu unutulmaz Afrika takımı vermişti ancak biz o zaman bu mesajı tam olarak alamamıştık. 90 Dünya Kupası’nın açılış maçında son şampiyona karşı karşıya gelen Kamerun’nun maçta figüran bir rol üstleneceğini hatta turnuvada bunu üstleneceğini düşünen çoktu. Kaledeki N’Kono’sundan Omam/KAna Bıyık’ına ve tabi ki yaşlı kurt Roger Milla’ya. Kamerun 90’ların başında Afrika futbolundaki uyanışın silkinişin ilk ışığını bize yakarken, Milli sayesinde tüm dünya Afrika dans kültürüyle daha da bir haşır neşir oluyordu.
Sampdoria
Milan,Juventus,Lazio,Roma,Inter,Parma,Fiorentina nam-ı diğer “Le Sette Soralle” İtalya ligini domine etmekle meşgul idi ta ki Sampdoria’nın o efsane kadrosu çıkıncaya kadar. Efsane hoca Boskov önderliğinde; Vialli, Mancini, Lombardo, Pagliuca, Carboni (kişisel favorim) gibi isimlerle 89/90 sezonunda Kupa Galipleri Kupasını kazanan takım 90/91 sezonunda ise tarihi bir başarıya imza atıp efsane Milan’ın önünde tarihindeki ilk Serie A şampiyonluğuna ulaşıyordu. Fırtına bir sonraki sezon bu sefer Avrupa’da esiyor ve Şampiyon Kulüpler Kupasında bu Sampdoria adını finale yazdırıyordu. Finalde Koeman’ın füzesine boyun eğen Sampdoria 90’ların ilk yarısında 7 kızkardeşe bela olmaya devam etse de 1998’de küme düşmeye giden yolu engelleyemediler. Ama 90’lara bıraktıkları tat ve onlara o dönemden gelen sevgi hiç eskimedi.

Monaco
Aslına bakarsanız bu takım hemen her 10 senede bir tarihi bir kadro yaratmayı başarıyor. 96-97 sezonunda zafere ulaşan kadro da bunlardan biriydi. Aslında Monaco 90’lara çok renkli girmiş ve ligde zirveyi hep zorlar gözükürken, Kupa Galiplerinde 90 yılında final 92’de yarı final, 94 yılında Şampiyonalar Liginde yarı final, şampiyon olduğu sezon UEFA kupasında ise yarı final oynuyordu. 90’ların orta bölümünü ligde yarıştan uzakta geçiren Monaco, 96-97 sezonunda Henry, Trezeguet gibi 19 yaşında genç yeteneklere Barthez, Petit, Schifo gibi tecrübelilere sahipti ve sonunda aradığı şampiyonluğa ulaşıyordu. Ertesi sene bir başka genç yetenek Guily’i de kadrosuna katan Monaco, Avrupa’da fırtına gibi esip Çeyrek Final’de Manchester United’ı saf dışı bırakıp bir kez daha adını yarı finale yazdırıyordu. 90’ların sonunda da bir şampiyonluk yakalayan bu renkli takım, 17 sene sonu ayakaladığı bir başka genç yıldız dolu jenerasyon ile şampiyonluğa ulaşıyordu.

Nijerya Milli Takımı
Amokachi, Okocha,Uche, Oliseh, Yekini, Finidi George ve daha niceleri. 1994 Dünya Kupası daha çok Baggio’nun kaçırdığı penaltı ile hatırlansa da, O italya neredeyse bu efsane kadroya eleniyordu. Grup maçlarında Bulgaristan ve Yunanistanı sürklase eden, Arjantin’e ecel terleri döktüren Nijerya, gruptan sonra ilk eleme turunda Italya karşısında a88’de yedikleri golle galibiyetten olurken Baggio’nun golü uzatmalarda Nijerya’yı kupa dışına itiyordu. 98 Dünya Kupası’nda herkes tarihte ilk defa bir Afrika ülkesi acaba yarı final yapabilir mi diye kendine soruyordu. Babayaro, West, Babangida gibi muhteşem genç yeteneklerin de takıma dahil olması ve şampiyonluk konusunun gündeme gelmesi takıma pek yaramamıştı. Federasyon ile prim pazarlığına giren, Amokachi’nin Devlet Başkanı ile olan samimiyetini kullanıp prim arttırma yoluna giren oyuncular, turnuvaya ne kadar hazırdı kafa olarak bilinmiyordu. Grup maçlarında yine fırtına gibi esen Nijerya, eleme aşamasında eşleştiği oyun disiplini yüksek bir takım olan ve yetenekli oyunculardan kurulu Danimarka’yı hafife almanın bedelini ağır bir mağlubiyetle ödüyordu. Ancak tüm bunlar 90’larda yapılan 3 dünya kupasının ikisine oynadığı keyifli futbol, renkli karakterli oyuncuları ve danslarıyla bu ülkenin damga vurmasına engel olmuyordu.

Parma
Konu 90’lar olunca Parma’nın adının geçmemesi mümkün değildir. Aslına bakarsanız 90’lar diyince İtalya’yı gündeme getirmemek mümkün değildir. Bu yazıya daha Inter’i, Lazio’yu hatta Fiorentina’yı bile eklemlendirebilirdik. Ama Buffon, Thuram, Sensini, Cannavaro, Dino Baggio, Couto, Veron, Crespo, Chiesa, Asprilla, Boghossian, Brolin, Zola’yı içinde barındıran kadro bizce öncelikli olmalıydı. Önce Scala diye bir adam çıkıyor ve Parma gerçeğinin ilk tohumlarını atıyordu. Görev sırası gelen Malesani 1 Uefa 1 Coppa Italia 1 SuperCoppa kazanan Parma 90’ların ilk yarısında da Scala ile 1 Coppa Italia 1 Uefa bir de Kupa galipleri almayı başarıyordu. ha Süper Kupayı da unutmamak lazım. Rüya gibi yaşadığı 90’lı yıllarda ki başarılarıyla beraber tüm dünya’dan “Emre Özcan” gibi taraftarla da kazanan Parma bakalım yeniden kızkardeşlerden biri olabilecek mi?

Ajax
Ya abi görüyor musun bak elin Hollandalısı neler yapıyor bebelerle. Altyapı abi altyapı istedin mi oluyor işte. Ne zaman Ajax uluslararası bir başarıya ulaşsa kurduğumuz klasik cümleler silsilesi. Muhtemelen 1990’larda twitter olsaydı, bu muhabbet yine dönecekti. Aslında lig açısından 90’ların ilk yarısı Ajax için o kadar iyi geçmemişti. 1 şampiyonluk onlar için başarı olarak kabul edilemiyordu şüphesiz. Ancak Ajax 90’ların ikinci yarısında yazacağı şiirin ilk kıtasını 91-92 sezonunda UEFA kupasında yazmıştı. Artık tecrübelenmeye başlayan Frank/Ronald de Boer, Denis Bergkamp, Bryan Roy gibi parlayan yıldızlar Ajax’a tarihinin ilk UEFA kupasını getirirken, 5 yıl sonra elde edilen ilk Avrupa zaferi oluyordu. Ancak hikaye henüz tam başlamamıştı. Ajax, UEFA kadrosuna dahil olan gençlerin pişmesinin karşılığını almaya başlamıştı. Van der Sar, Seedorf, Davids, Kluivert, Litmanen Overmars ( insan yazarken bile ayağa kalkıp önünü ilikleyesi geliyor) gibi Avrupa futbolunun 10 yılına damgasını vuracak isimlerle beraber, Rijkaard gibi zaten damgasını vurmuş ve evine geri dönmüş süper starıyla Ajax tıpkı 2018/19 sezonunda yaptığını yapıyor sonrasında da yarı finalde Bayern Münih’i 5-2’lik iç saha skoruyla yenip finale çıkıyordu. Finalde Milan ve 85. dakika atılan unutulmaz Kluivert golü.

Danimarka Milli Takımı
Dönem gruplarını sadece 1. bitirenlerin Avrupa/Dünya Şampiyonasına gittiği dönem. Henüz SSCB yeni dağılmış ama Bağımsız Devletler Topluluğu olarak devam ediyorken, Yugoslavya kanlı, vahşi, ırkçı bir ayrılık savaşına doğru adım adım ilerliyordu. Yugoslavya, savaşa henüz küçük adımlarla koşarken, Euro 92 eleme grubunu tam anlamıyla domine ediyordu. Ancak 91 Mart’ından itibaren ilerleyen ve gittikçe sertleşen savaş neticesinde UEFA Yugoslavya’yı turnuvadan ihraç edip yerine eleme grubu ikincisi Danimarka’yı davet ediyordu. Çok kısa bir hazırlık döneminin ardından turnuvaya katılan Danimarka’da futbolcular, her maçı 5-0 kaybetsek bile nasılsa kimse bizi eleştirmeyecek, yargılamayacak havasındaydılar. Fransa-İngiltere-İsveç arasından sıyrılarak gruptan son maçlarda çıkmayı başaran Vikingler önce son şampiyon Hollandayı penaltılarla sonra da Dünya şampiyona apoletli Almanya’yı da Schmeichel’ın üstün performansıyla yenip 90’lar futboluna unutulmaz bir sürpriz ve hikaye bırakıyordu. Kim Vilfort’a göre en büyük avantajları rahat olmaları ve takımın tam 6 ilk 11 oyuncusunun Brondby’de beraber forma giymiş olması. Belki en iyi oyunculara sahip değildik ama en iyi takımdık diyordu Vilfort belki de en güzel şampiyonluk da onların oldu.

Comments
No Comments