Ölüm insan hayatının bir parçası ancak insanın kendi için de, sevdikleri için de bunu kabullenmesi her zaman zordur. Hele hele bazı kişiler vardır ki bu gerçeği çok iyi bilmene rağmen konduramazsın o insana ölümü. Bu kişi senin birebir iletişimde olduğun biri de olabilir, sana ilham veren bir figür de. Hayatın olağan akışı içinde herkesin bir noktada karşı karşıya geldiği bu gerçek sarsıcı olsa da hayat devam eder. Ancak kişinin kalanlara bıraktığı anılar her zaman yaşar.
Kobe Bryant da tüm dünya için böyle bir figürdü. Kilometrelerce ötede dahi yarattığı şokun altındaki gerçek de tam olarak bu duygulardı. Saha içinde ve dışında öyle bir figür haline gelmişti ki ölümü konduramadı insanlar ona. Bunda elbette henüz 41 yaşında olması önemli etkendi ancak vefatının ardından tüm dünyada oluşan hüzün dalgasının esas nedeni insanlarda bıraktığı anılardı. Bıraktığı mirası yaşadığı şampiyonluklar, aldığı ödüller gibi sadece rakamlarla açıklamak oldukça indirgeyici olacaktır. Hayatını kaybetmesiyle dünya çapında etki yaratmış hangi ismi bunlarla anabiliriz ki? Michael Jackson’ın vefatını kazandığı Grammy’lerle anmak veya Muhammed Ali’yi elde ettiği madalya ve kemerlerle anlatmak mümkün mü? Elbette değil, bu kişilerin mirasını esas yaratan ve yayan şey kitlelere hissettirdikleri oluyor. Kobe de böyleydi. Kobe’yi Kobe yapan şeyler etkileri dünyanın çeşitli yerlerinden milyonlarca kişide etki yarattı.
Kobe 18 yaşında lige girerken 1996 sınıfının merakla beklenen oyuncusu değildi. Lise döneminde dikkat çeken bir yetenek olsa da Amerika Birleşik Devletleri gibi genç oyuncuların titizlikle tarandığı yerde en iyilerden biri olarak gösterilmiyordu. Birçok oyuncunun kolej kariyerini o gün içinde bulunduğu maddi koşullar veya draftta seçilebileceği olası sıra belirliyordu. Kobe NBA’de ve Avrupa’da basketbol oynamış bir babanın oğlu olarak bir an önce para kazanması gereken bir genç veya çok çok üst sıralarda seçilecek tüm dünyanın dikkat kesildiği LeBron James gibi bir lise oyuncusu değildi. Henüz liseden lige direk geçen oyunculara güven dahi yoktu. Onun için bir meydan okumaydı ve reşit dahi değilken bunu gerçekleştirdi.
Charlotte Hornets tarafından 13. sırada draft edilse de ondaki cevheri gören Los Angeles Lakers efsanesi Jerry West tarafından takasla Melekler Şehri’ne getirildi. Bu yol çok daha zordu onun için. Lakers her zaman NBA’de başarı baskısının en yoğun olduğu takımdı. Magic Johnson sonrası vasat geçen yılların sonunda kendisiyle aynı yıl takıma katılan Shaquille O’Neal ile beraber bir hayal kurduruyordu. Sayı kralı olmuş, Orlando Magic ile final oynamış, defalarca kez All-Star seçilmiş Shaq için bu baskı olağandı ancak 18 yaşındaki bir genç için bu bambaşka zorluklar içeriyordu. İlk yıllar da sancılı geçti, takımın ilk beşine yerleşmesi dahi zaman aldı. 1997 Batı Konferansı Yarı Finali’nin beşinci maçı Kobe’nin bu meydan okumalara karşı tavrını gösteren karşılaşmaydı. Maçın normal süresinin son anlarında yaptığı atış çembere dahi değmedi. Uzatmada üç deneme daha çemberi bulamadı. Bu air-ballar normal bir oyuncu için utanç olabilir, kariyerinin kalanında üstündeki lanet haline gelebilir. Ancak geri dönüp baktığımız zaman Kobe’yi, Kobe yapan şey tam olarak oydu; henüz 19 yaşında Karl Malone ve John Stockton gibi iki kurt rakibe sahip Utah Jazz’a karşı serinin son maçında son topu kullanmak, üst üste gelen çembere değmeyen atışlara rağmen geri çekilmeyip devam etmek… O cesareti göstermişti, bir gün o şutları sokacaktı. Onu büyetecek olan da bu tavrıydı.
Lakers’ın hanedanlık yılları onun için yeni ve çok özel bir meydan mücadele içeriyordu. Sahaya çıkıp işini yapmak, bu sonuncunda da şampiyonluk kazanmak hemen hemen her sporcu için ana hedeftir. Bunu başarıyordu ancak en iyi olmak isteyen biri için bu yeterli değildi. Çünkü takımında o dönem, tarihin en dominant performanslarından birini gösteren Shaquille O’Neal vardı. Bambaşka şeyleri temsil ediyorlardı; Shaq fiziksel avantajlarından güç olan, çalışmayı çok da sevmeyen, eğlenceli biriyken Kobe hırslı, genç, çalışkan ve oyunun inceliklerine takıntılı biriydi. Ancak gelen şampiyonluklarla beraber Shaq vitrinini Finaller MVP’si ödülleriyle doldururken Kobe gölgede kalan adam oluyordu. Şampiyonluğa ulaşamadıkları 2003 ve 2004 yılları sonrası bu çelişkiler Lakers adına devam edilmesi imkansız bir durum yarattı, daha genç olan Kobe takımda kalırken Shaq Miami’nin yolunu tuttu.
Kobe Bryant’ın bireysel performans olarak en görkemli yılları aslında büyük soru işaretlerine cevap olarak geldi. 2003 yılında patlayan tecavüz davası, Shaq’ın onunla yaşadığı problemler sonrası takımdan gönderilmesi Kobe’yi hayalet gibi takip ediyordu. Michael Jordan’ın basketbolu bırakması sonrası yeri dolmamışken Kobe de diğer birçok adayla birlikte NBA’in yeni yüzü olmaya hevesliydi. Ancak Lakers çok zayıf bir kadroya sahipti. Play-off dahi yapılamayan 2004-05 sezonundan sonra Kobe için yeni bir patlama ufuktaydı. 2005-06 sezonunu 35.4 sayı ortalamasıyla tamamladı. O sezon final oynayacak Dallas Mavericks’e karşı üç çeyrekte 62 sayı atarken Dallas 61 sayıda kalmıştı. Son çeyreğinde oynamadığı maçın bir ay sonrasında bu sefer Toronto Raptors karşısında 81 sayıyı buldu. Çevresinde dönen tüm tartışmalara kulağını tıkamış, imajını sahada gösterdiği performansla düzeltmişti
Ancak 2006’da Shaq’ın Miami ile bir yüzük daha kazanması Kobe için yepyeni bir pencere açacaktı. Shaq onsuz kazanmıştı ancak Kobe kadrosu oldukça yetersiz olan Lakers ile tüm çabasına rağmen adeta patinaj çekiyordu. 2006’dan sonra Kobe’nin en büyük hedefi yüzük yarışında eski ortağı Shaq’ı geride bırakmaktı. Kariyerinde yeni bir sayfa açıp forma numarasını 24 olarak değiştirdi. Lakers yönetimine çevresine kurulacak takımla ilgili çok daha agresif olunması gerektiğini aksi takdir takımdan ayrılcağı mesajını vermeye başladı. 2007-08 sezonun ortasında takasla takıma Pau Gasol katılırken Kobe Bryant da sezonu MVP olarak tamamladı. Ancak finalde Lakers ezeli rakibi Boston Celtics’e mağlup oldu. Bu Kobe için yeni bir motivasyon kaynağıydı. Lakers 2009’da Orlando Magic’i, 2010’da da geçen sefer kaybettiği Boston Celtics karşısında kazanarak şampiyonluğa ulaştı. Kobe Bryant kazandığı iki Finaller MVP’si ödülüyle artık ligin yüzüydü. Shaq’sız şampiyon olmakla kalmamış, onu geride bırakmıştı.
2000’lerin ortasında ABD’nin erkek basketbol takımı irtifa kaybetmişti. 2002 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda altıncı, 2004 Olimpiyatları’nda üçüncü, 2006 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda tekrar üçüncü olan ABD’de 2008 Olimpiyatları çok önemseniyordu. Kobe 2007 ile birlikte dahil olduğu ulusal takımda ipleri eline aldı. Son yıllarda sürekli başarısız olan takıma liderlik ederek altın madalyaya uzandı. O kadro içinde yarattığı etkiyi LeBron James, Dwyane Wade, Carmelo Anthony gibi isimler dahi vurguladı. Uluslararası turnuvalarda 2019’a kadar sürecek ABD hakimiyetinin startını da yine Kobe vermiş oldu.
2010’lu yıllara girerken Kobe Bryant için yeni bir mücadele vardı; altı şampiyonluk kazanmış basketbol tarihinin en iyi oyuncusu Michael Jordan’ı yüzük sayısında yakalamak. Konferans yarı finalinin ötesine geçilemeyen iki sezonun ardından Lakers tam da bu amaca yönelik bir kadro kurmuştu. 2012 yazında takıma Dwight Howard ve Steve Nash katılmış, Kobe altıncı yüzüğü için önemli bir şans elde etmişti. Ancak beklenen olmadı, Kobe Bryant ile Dwight Howard arasındaki kimya bir türlü tutmadı. Pau Gasol ve Steve Nash sakatlıkları nedeniyle toplam 65 maç kaçırdı. Bu problemler elbette Kobe’yi durdurmadı. Çok kötü geçen normal sezonun son maçlarında takımını play-offa taşımak için yoğun efor gösteren 34 yaşındaki oyuncunun normal sezonun sondan üçüncü maçında aşil tendonu koptu. Aşil tendonu kopmuş Kobe iki serbest atışını kullanmasının ardından saha kenarına geldi. Bu bile ona özeldi; serbest atışlarını kullanmadan kenara gelmesi halinde maça devam edemeyecek olan Kobe yaşadığı ağır sakatlığa rağmen maça dönme ihtimalini açık bırakmak istiyordu. Kobe için o maçla sezon kapanırken Lakers play-offlarda liderinden yoksun varlık gösteremedi ve ilk turda elendi.
Kobe’nin sonraki yılları rehabilitasyon ve uzun bir veda turuyla geçti. Lakers’ın yeniden yapılandığı bu sürecin sonunda Kobe kendine yakışır bir veda yaptı. 2015-16 sezonun son maçında Los Angeles Lakers, Utah Jazz’ı ağırladı. Kobe’ye veda anlamını taşıyan bu maçta yıldız basketbolcu tam 60 sayı atarak takımına galibiyeti getirdi. Özellikle maçın son dakikalarında bulduğu basketlerle eski günlerinden pasajlar sundu.
Basketbol sonrası yapımcı olarak kendine yeni bir kariyer çizen Kobe orada da zirveye çıkmayı ihmal etmedi. Kurduğu animasyon şirketinden çıkan kendi basketbol hikayesini anlattığı Dear Basketball ile En İyi Kısa Animasyon dalında Oscar ödülünü kazandı.
Her ölüm bir trajedidir ancak Kobe’nin kızı Gigi’nin de bu helikopter kazasında hayatını kaybetmesi herkesin acısını katmerledi. Bugünün dünyasında birçok yerde erkek çocuk isteği çağ dışı görülse de sporun devam eden maskülen yapısında bu beklenti her zaman var. LeBron James ve Dwyane Wade’in oğullarının bu sezon lise maçlarının dahi ulusal kanaldan yayınlandığını hesaba katarsak yıldızların basketbol mirasını oğulları tarafından devam ettirilmesi birçok sempatizan için hala geçerliliğini koruyan bir heves. Dört kız çocuğu babası olan Kobe için de her zaman bu istek kimileri tarafından dillendirildi. Ancak Kobe verdiği tüm demeçlerde Gigi’nin basketbol mirasını devralacağını ve kadın basketbolunun önemini vurguladı. Maalesef acı kazada Kobe ile birlikte basketbol mirası için işaret ettiği 13 yaşındaki kızı Gigi de hayatını kaybetti.
Kobe sayısız mücadeleyle yüzleşti. Bunların bir kısmını da kendi yarattı. Çünkü tüm süreçler onun Black Mamba lakabıyla tanımlayabileceğimiz kişiliğini besleyen şeylerdi. Sonsuz hırsının ve bitmeyen mücadale azminin kaynağı bunlardı. Meydan okumalarla yüzleşirken ortaya koyduğu tavır birçok insana ilham verdi. Bunu yaparken gösterdiği basketbol zerafeti ise büyüledi. Bir insan onu hatırlayan son kişi öldüğünde ölür derler, Kobe’nin bizlere bıraktığı anılara dönüp baktığımız zaman daha uzun süre bizlerle beraber olacağını ve anılarımızda yaşayacağını söylebiliriz.
Comments
No Comments